NİHAL AL
Amasya Üniversitesi Eğitim Fakültesi Temel Eğitim Bölümü Okul Öncesi Öğretmenliği Anabilim Dalı “Topluma Hizmet Uygulamaları” Dersi Kapsamında Öğr. Gör. Tuncay Demirtaş Rehberliğinde hazırlanmıştır.
Amasya Üniversitesi Genel Sekreteri Tasavvuf Musikisi Bestekarı Sayın Osman Akbaş ile Musiki-İnsan-Osmanlı’da Müzik Eğitimi ve Müzikle Tedavi Hakkında Kısa Bir Söyleşi
Öncelikle iyi bir Amasyalı iyi bir Amasya sever olarak Amasya’yla ilgili olan her şey beni de ilgilendirmiştir. Amasya Musiki Cemiyeti’nin kuruluşundan itibaren musiki alanındaki bilgiler ilgimi çekmiştir. Tasavvuf musikisiyle uğraştığım için müziğin geleneksel boyutuyla da ilgilendim. Amasya’nın ciddi anlamda musiki alt yapısı var. Osmanlı şehzadelerimizden fetret devrinin bitiricisi olan Çelebi Mehmet iyi bir musikişinas, Vardakosta Ahmet Efendi aynı şekilde iyi bir musikişinas, II. Beyazıt iyi bir bestekar. Bu şehrin içinde iyi bir sanat müziği ruhu şehre dokunuyor. 1995’ten bu yana uzun yıllar tasavvuf musikisiyle ilgili programlar yaptım. Amasya belediye konservatuarında 14 sene bölüm başkanlığı koro şefliği yaptım. Şu anda da besteler yapıyorum.
Müziğin insan üzerindeki etkisini nasıl tanımlarsınız?
Müziği sadece CD çalar veya MP3'ten gelen ses olarak algılarsak, basite indirgemiş oluruz. Müziği sadece sahnede sergilenen bir iki saatlik performanslar olarak değerlendirirsek, bu da müziğin dışında bir şey olur; bunlar sahne sanatlarıdır.
Müzik her şeyden önce bir sestir. Bu sesi doğru bir şekilde anlamak gerekir. İnsanın yaratılışıyla başlayan bir ses anlayışı vardır. İslam inancında insan ilk sesi Bezm-i Elest dediğimiz anda Cenabıhak, bütün kâinatı yarattıktan sonra o andan kıyamete kadar gelecek olan canlıların ruhlarını toplayıp “Elestü bi Rabbiküm” ben sizin rabbiniz değil miyim diye sormuştur. Ve bu soruya muhatap olanlar da “kalu bela” evet sen bizim rabbimizsin demişlerdir. İlahi bir ses duyuyorsun ve bu sese cevap veriyorsun aslında sesle ilgili imtihanımız o zaman başlıyor. Hayatımız boyunca, bilinçaltımıza yerleşen bu sesi arıyoruz.
İlk çıkardığımız ses, kendi içinde bir anlam taşıyan "ınga" sesidir. Bezm-i Elest’e bir hatırlatma ve İslam medeniyetinin bir yaklaşımı olarak, sağ kulağa kamet, sol kulağa ezan okunur. Bu şekilde, sesle bir yönlendirme ve sesle bir eğitim sunulmuş olur. Eğitimi sadece okul müfredatına sıkıştırdığımızda, belki de bir şeyleri tam anlamıyla kavrayamıyoruz. "Elestü bi Rabbiküm" de doğduğumuzda, sol kulağa kamet, sağ kulağa ezan okunması da birer eğitimdir.
Çocukların müzikle tanışmaları ilk kez aile ortamında, annelerinin söylediği ninnilerle başlar. Ninniler, çocuğu uyutmanın yanı sıra ruhunu sakinleştiren duygusal gelişimini ve ahlaki gelişimini destekleyen bir müzik aracıdır. Ayrıca çocukların iç dünyasına dokunur ve onların müzikle olan bağlarını fark ettirmeden kurar.
Her makamın insan ruhuna tesiri olduğuna inanan Osmanlılılar, çocuğun ruh halini göz önünde bulundurarak ninnilerde de makamları kullanmışlardır. Uşşak makamının sevgi ve merhamet duygularını arttırdığı, segâh makamının ise cesaret ve metaneti pekiştirdiği düşünülerek çocuğun eğitiminde bilinçli bir seçim yapılmıştır.
Osmanlı da müzik eğitimi nasıl gelişmiştir?
Osmanlı da müzik eğitimi hem sarayda hem de halk arasında köklü bir şekilde gelişmiş ve yayılmıştır. Sarayda, Enderun Mektebi devlet adamları yetiştirmek amacıyla müzik eğitiminin en yoğun ve sistemli şekilde verildiği yerdir. Yetenekli çocukların alınıp sanat, edebiyat ve müzik alanlarında yetiştirildiği bir okuldur. Mehterhane ise Osmanlı'nın askeri bandosunu oluştururdu. Savaşta askerlere moral vermek ve düşmanı korkutmak amacıyla kullanılmıştır.
Sıbyan mektepleri ise ilköğretim seviyesindeki çocukların eğitim aldığı yerlerdi. Bu okullarda verilen müzik eğitimi doğrudan bir müzik dersi şeklinde değildi. Daha çok dini ve ahlaki eğitimle iç içe bir biçimde yürütülüyordu. Dini eğitim aracılığıyla kulak, ses ve ritim terbiyesi verilirdi. Sıbyan mekteplerinde müzikle tanışan çocuklar, eğer yeteneklilerse ileride medreselere, Mevlevihanelere ya da saray okullarına yönlendirilerek müzik eğitimlerine daha profesyonel düzeyde devam ederlerdi.
Bir de sıbyan mektebine başlarken âmin alayları düzenlenirdi. Eskiden çocukların okula başlama hikayesi bugünkü gibi elinde kalem, sırtında çanta “hadi yavrum sınıfa” şeklinde değildi. Osmanlı’da eğitim yolculuğu öyle sessiz sedasız başlamazdı. Aksine bir şenlikti, bir umut yürüyüşüydü. O gün sabah ezanıyla birlikte evde ayrı bir telaş olurdu. Çocuk adeta bir düğüne gidiyormuş gibi hazırlanırdı. Üzerine giydirilen ceket, beline bağlanan kuşak, elinde elif cüzü, arkada “âmin, âmin” nidalarıyla yürüyen mahalle halkı… Daha çocuk ne olduğunu anlamadan, ilmin kutsallığı giydirilirdi üstüne. Âmin alayı sadece bir tören değildi. Bir çocuğun eğitime adım attığını ilan etmekti. Toplumun eğitime verdiği önemin bir göstergesiydi. Bugün âmin alayları yapılmıyor belki ama eğitimin bir sevgi ve dua işi olduğunu unutmamak gerek. Bir çocuğun elinden tutup “haydi evladım bul yol senin yolun” demek; sadece öğretmene değil hepimize düşen bir görev. Görevimizi hakkıyla yerine getirenlerden olmak dileğiyle…
Tekkelerde ise dini müzik eğitimi verilirdi. Osmanlı'da müzik eğitimi, meşk usulüne göre yürütülürdü. Meşk, aşkla buluşulan yer anlamına gelir ve usta-çırak ilişkisine dayanırdı. Tekkelerde daha çok ilahi, kaside, naat ve mersiye gibi eserler okunurdu. Ayrıca, Alevi-Bektaşi kültürünü yaşayan vatandaşlarımızın bulunduğu cem evlerinde deyişler ve nefesler öğretilir, icra edilirdi.
Müzikle tedavi nasıl uygulanırdı?
Sağlık sorunları yaşayan hastaların tedavisinde müzik önemli bir rol oynamıştır. İbn-i Sina ve Farabi’nin müzikle tedavi üzerine çalışmalarının çok önemli bir yeri vardır. Bu iki büyük düşünür, müziğin insan ruhu ve beden sağlığı üzerindeki etkilerine dair derinlemesine çalışmalar yapmışlardır. 1800’lerin sonlarında, Osmanlı Sarayı'nda padişahlara hekimlik yapan Gevrekzade Hasan Efendi, kendisinden önce müzikle tedavi uygulamaları hakkında bir kitap yazmış ve bu bilgileri bir araya getirmiştir.
Müzikle tedavi uygulamaları, aslında çok eski bir geçmişe sahiptir. Şam’da, Nureddin Zengi döneminde medreselerde müzikle tedavi uygulanmıştır. 1308 yılında İlhanlılar döneminde ise Anadolu’da ilk kez Amasya’daki Bimarhane’de müzikle tedavi yöntemine başvurulmuştur. Sonrasında Kayseri, Bursa, Kırşehir, Manisa ve İstanbul gibi şehirlerde de bu uygulamalar yaygınlaşmıştır. Bu, müziğin bir tedavi aracı olarak kullanıldığının farklı medeniyetler ve coğrafyalarda kabul gördüğünün bir göstergesidir. Bu tür uygulamalar, müziğin yalnızca estetik bir değer taşımadığını, aynı zamanda bir sağlık aracına dönüşebildiğini de göstermektedir.
Müzikle tedavi hem ruhsal hem de bedensel rahatsızlıkların iyileştirilmesinde etkili bir yöntem olarak kullanılmıştır. Bedensel tedaviye örnek olarak rast makamı felçli hastaların tedavisinde, buselik makamı ise kulunç ve bel ağrılarının tedavisinde kullanılmıştır. Ecdadımızda, ezan sesinin insan psikolojisiyle ve anatomisiyle ilintili boyutuyla ilgilenmiştir. Örneğin yatsı ezanında hicaz makamı okunur çünkü uykuyu getirir, böbrek üstü bezleri çalıştırır, rahatlatır. Sabah ezanı rast makamında okunur çünkü güne başlamak için enerji verir, bedenin uyanmasına yardımcı olur. Akşam ezanında segâh makamı okunur çünkü vakit dar olduğu için diğer vakitlere göre daha hızlı okunur.
Sizce insanın sanata yönelmesinin temelinde nasıl bir arayış yatıyor?
Sanatla uğraşan insan ayrıntıyı ve detayı görür. Yaratan’ın mucizelerine şahit olur. "İkra" sadece oku değil yaratan Rabbinin adıyla oku der. Ancak bu yalnızca eğitimle sınırlı bir okuma değildir. Yaprakta gizlenmiş, ağaçta ortaya çıkmış detayı ve mucizeyi de oku; Yaratan’ı hatırla ve ona yönel. Sanatla uğraşan insan, işte bu inceliği fark eder.
Ebruda, renkleri bir araya getirir, bir renk cümbüşü oluşturursun. Sonra bu uyumu, tabiatta Rabbinin mucizeleriyle yeniden görür, ona tanık olursun. Ben 1995 ten bu yana ney üflüyorum, notaların arasında ince ince yer alan bemoller ve diyezler vardır. Bu durum, santimetrelerin içindeki milimetreleri ayırt etmek gibidir. Sanatla uğraşmayan biri yalnızca bir, iki, üç, dört gibi temel adımları görürken; sanatla uğraşan biri, bu sayıların arasındaki milimetrelik hassas çizgileri yani ayrıntıyı ve inceliği fark eder. İşte bu derinliği gördüğümüzde gerçek sanatı icra etmiş oluruz.
Yaptığımız her iş, konuştuğumuz her söz, attığımız her adım, ortaya koyduğumuz her eser bizi O’na götürmüyorsa, eğitimin ne anlamı kalır? Hayat boyunca hep güzeli arayıp, O’na yaptığımız güzellikleri göstermeye çalıştık. Çünkü "İnnallahe cemîlün yuhıbbül cemâl" Allah güzeldir, güzel olanı ve güzel yapılanı sever