Son yıllarda zihinsel yorgunluğun sebebi yalnızca kişisel yaşantılar değil. Giderek artan bir şekilde, gündelik hayatımızı etkileyen toplumsal travmaların ağırlığı altında yaşıyoruz. Bir yanda savaşlar, göçler, doğal afetler; diğer yanda adaletsizlik, ekonomik belirsizlik, sosyal kutuplaşma… Ve tüm bu haber akışının içinde, çoğu zaman farkına bile varmadan kolektif bir yorgunluğun taşıyıcısı haline geliyoruz.
Psikoloji literatüründe “kolektif travma” olarak tanımlanan bu durum, toplumu bir bütün olarak etkileyen olayların bireysel zihinlerde bıraktığı izlerle ilgilidir. Her birey bu olaylara doğrudan maruz kalmasa bile, sürekli tekrar eden görüntüler, söylemler ve kaygı yüklü haber içerikleri, sinir sistemimizde gerçek bir tehdit algısı yaratır. Bu da kronik stres, duygusal tükenme, çaresizlik hissi ve hatta “duyarsızlaşma” gibi belirtilerle kendini gösterebilir
Bazı bireylerde bu durum, vicdan yükü ve empatik kaygı şeklinde ortaya çıkarken; bazılarında inkâr, öfke ya da uzaklaşma tepkileriyle sonuçlanır. Çünkü insan zihni, uzun süreli tehdit ve adaletsizlik algısıyla baş edebilmek için ya tepkiyi yükseltir ya da kendini korumak adına duyarsızlaşır. Bu noktada, travmanın kendisi kadar ona nasıl anlam verdiğimiz ve nasıl düzenlediğimiz de önemlidir.
Toplumsal travmalar karşısında yaşadığımız bu sessiz yorgunluk, çoğu zaman isimlendirilmez. “Bir garip ağırlık var içimde”, “Hiçbir şey olmamış gibi devam edemiyorum”, “Ne yapsam eksik kalıyor” gibi ifadelerle dile gelir. Oysa bu duygular, sadece kişisel zayıflıkların değil, yaşanılan çağın ruhsal yükünün bir yansımasıdır.
Peki bu yükle nasıl baş edeceğiz?
Öncelikle, kolektif travmalar karşısında yaşanan ruhsal tepkilerin doğal ve insani olduğunu kabul etmek gerekir. Her birey, olaylara verdiği tepkilerde benzersizdir; ancak hiçbir tepki “fazla” ya da “eksik” değildir.
İkinci olarak, duygusal dayanıklılığı artırmak için bilgi ile teması dengelemek, yani haber maruziyetini sınırlamak ama bilinçli farkındalıkla süreci takip etmek önemlidir. Sürekli maruz kalınan travmatik içerikler, zihinsel sistemimizi kapasitelerimizin ötesinde yüklemeye başlar. Bu nedenle, bilgi almak ile ruhsal güvenliği korumak arasında bir denge kurulmalıdır.
Üçüncüsü, anlamlı eylem. Toplumsal olaylara bireysel katkılarla dahil olmak – bir yardım kampanyasına destek vermek, bilinçlendirme çalışmaları yapmak ya da sadece destekleyici bir konuşma gerçekleştirmek – çaresizlik hissini azaltır ve psikolojik kontrol duygusunu güçlendirir.
Ve elbette, tüm bu süreçlerde ihtiyaç hissedildiğinde psikolojik destek almak, bireyin yükünü taşımasına yardımcı olur. Çünkü bazen, yükü yalnızca anlamak değil, birlikte taşımak da iyileştiricidir.
Haberleri kapatınca her şey bitmiyor. Zihin, gördüklerini ve hissettiklerini taşımaya devam ediyor. İşte bu yüzden, ruh sağlığını korumak; sadece içsel dengeyi sağlamak değil, aynı zamanda insan kalabilmenin, duyarlı kalabilmenin bir yoludur.