Bağımlılık denildiğinde çoğu kişinin aklına yalnızca alkol, sigara ya da madde gelir. Oysa psikoloji literatürü, insan zihninin yalnızca maddelere değil; davranışlara da bağımlı hale gelebileceğini açıkça ortaya koymaktadır. Ve bu tür davranışsal bağımlılıklar, çoğu zaman fark edilmeden günlük yaşantımızın içine yerleşir.
Özellikle dijital çağda, davranışsal bağımlılıklar hızlı bir artış göstermektedir. Sosyal medya, çevrim içi oyunlar, alışveriş, yemek yeme gibi faaliyetler, belli bir düzeyde hayatın doğal parçalarıyken; kontrol kaybı yaşandığında kişinin işlevselliğini bozan bir bağımlılığa dönüşebilir. Kişi artık bu davranışı isteyerek değil, bir zorunluluk duygusuyla sürdürmeye başlar. Keyif yerini mecburiyete bırakır.
Bu tür bağımlılıkları anlamanın bazı temel ölçütleri vardır:
•Davranışı kontrol etme çabalarının başarısız olması,
•Günlük yaşamın bu davranış etrafında şekillenmesi,
•Davranış yapılmadığında huzursuzluk, öfke ya da çökkünlük hissi,
•Akademik, mesleki ya da sosyal alanlarda işlev kaybı,
•Zarar bilinse dahi davranışın sürdürülmesi.
Bu tablo özellikle çocuklar ve ergenler için daha kritik hâle gelir. Beynin gelişmekte olan yapıları, dışsal ödüllere karşı daha duyarlıdır. Dijital oyunlar ya da sosyal medya platformları, dopamin salınımı yoluyla geçici bir haz yaratır; ancak bu haz, bağımlılığı besleyen nörobiyolojik bir döngüye dönüşebilir. Amerikan Psikiyatri Birliği (DSM-5) ve Dünya Sağlık Örgütü, “internet oyun oynama bozukluğu”nu davranışsal bağımlılık kategorisinde tanımlamaktadır.
Ne Yapabiliriz?
Öncelikle, ebeveynlerin ve eğitimcilerin dikkati yalnızca içeriğe değil, bu içeriklerin nasıl, ne sıklıkla ve hangi duygusal ihtiyaçlarla kullanıldığına da yönelmesi gerekmektedir. “Sadece video izliyor”, “arkadaşlarıyla oynuyor” gibi cümleler, süreklilik ve kontrol kaybı gözden kaçırıldığında aldatıcı olabilir. Bunun yerine şu sorular sorulabilir:
•Bu davranış çocuğun sosyal ilişkilerini etkiliyor mu?
•Davranış yapılmadığında duygusal tepkiler artıyor mu?
•Günlük sorumluluklar ve akademik işler aksıyor mu?
Bu sorulara verilen yanıtlar, davranışın bir alışkanlık mı yoksa bir bağımlılık mı olduğunu ayırt etmemizi sağlar.
Çözüm, yasaklamaktan değil; düzenlemekten, anlamaktan ve alternatifler sunmaktan geçer.
•Çocuklarla birlikte ekran süresi sınırları belirlemek,
•Dijital yerine geçebilecek sosyal ve fiziksel etkinlikler planlamak,
•Gerekiyorsa bir uzmandan dikkat ve dürtüsellik değerlendirmesi talep etmek,
•Ve en önemlisi, çocuğun duygusal ihtiyaçlarını anlamaya çalışmak… Çünkü çoğu zaman bağımlılık, yalnızlığın, duygusal boşluğun ya da değersizlik hissinin sessiz bir dışavurumudur.
Toplumsal düzeyde ise bu bağımlılık biçimleri, bireyin değil sadece ailenin ve çevrenin de sorumluluk alanına girer. Bir çocuğun ekran başında geçirdiği saatler yalnızca bir alışkanlığın değil, aynı zamanda çevresel denetimin, ilişki kalitesinin ve duygusal yoksunlukların da bir göstergesidir. Bağımlılığın artış gösterdiği toplumlarda genellikle iki şey eşlik eder: hızla artan yalnızlık ve duygusal bağlantı eksikliği. Bu nedenle bireysel farkındalık kadar, ebeveynlerin ve eğitim politikalarının da bu konuda bilinçlenmesi gerekir.
Ruh sağlığı uzmanları olarak bizlerin de sorumluluğu, bu bağımlılıkları yalnızca fark etmek değil; aynı zamanda önleyici adımların yaygınlaşmasına katkı sunmaktır. Ailelerle yürütülen eğitimler, okullarda yapılan bilinçlendirme çalışmaları ve sosyal medya içeriklerinin yönü, özellikle çocukların ve gençlerin hayatında uzun vadeli bir etki yaratabilir.
Bağımlılığı yalnızca davranışla değil, duyguyla birlikte okumalıyız.
Çünkü her bağımlılık, anlaşılmayı bekleyen bir hikâyedir.
Ve her hikâye, doğru bir eşlik ediciyle yeniden yazılabilir.