ORKİDE ÇİÇEKÇİLİK 30.12.2024
Prof. Dr. Hüseyin Kalkan
Köşe Yazarı
Prof. Dr. Hüseyin Kalkan
 

Gerçekliğin Kalbine Bir Yolculuk: Bir Elmanın İçinden Evrene

Bir elma. Masum, tanıdık, sıradan. Dalından koparılmış, avuçlarınızın içinde. Tanıdık kokusu burnunuza gelir, dişlediğinizde çıkan o çıtırtı sizi çocukluk yazlarına götürür. Peki ya gördüğünüz, dokunduğunuz, kokladığınız şey? aslında dış dünyada değil de sadece zihninizde oluşan bir yansıma ise? İşte bu suru ile başlıyor yolculuğumuz. Elmanın içinden geçerek gerçekliğin derinliklerine, maddenin en küçük yapıtaşlarına ve sonunda belki de hiçliğe kadar uzanan bir düşünce yolculuğu bu. Bir elmayı alıp çok keskin bir bıçakla ikiye böldüğünüzü düşünün. Sonra çıkan parçayı tekrar ikiye, sonra bir daha? Elmanın her bir parçası küçüldükçe önce liflere, sonra hücrelere kadar ulaşıyorsunuz. Lisede gördüğünüz bitki hücreleri gözünüzün önüne geliyor. Bölmeye devam ediyorsunuz. Hücreler parçalanıyor, atomlar çıkıyor ortaya. Karbon, hidrojen, oksijen? Sonunda bir elmanın içindeki milyarlarca atomdan yalnızca bir tanesinin içindesiniz artık.   Aman Tanrım? Artık atom, tüm gizemiyle gözlerinizin önünde. Ama bu noktada yalnızca ışık hızına yakın dönen elektronların bulanık hareketlerini görebiliyorsunuz. O kadar hızlılar ki, onların parçacık mı yoksa dalga mı olduklarını bile ayırt edemiyorsunuz. Sanki bulut gibi, belirsiz bir yapı içinde titreşiyorlar. Elektron bulutunu geçip çekirdeğe yaklaştığınızda, devasa bir boşlukla karşılaşıyorsunuz. Sanki uzay boşluğu gibi? Atomun neredeyse tamamı aslında boşluktan oluşuyor. Çekirdeğe ulaşmak için bu uçsuz bucaksız boşluğu geçmeniz gerekiyor. Bu boşluk öylesine büyük ki... Atom, adeta Güneş Sistemi gibi. Merkezdeki çekirdeği Güneş gibi, çevresinde dönen elektronları da Dünya gibi düşünün. Bu ikisi arasında ise yaklaşık 150 milyon kilometrelik bir boşluk olduğunu hayal edin. İşte burada insanın kafası karışıyor. Elimizle tuttuğumuz, gözümüzle gördüğümüz elma? Gerçekte neredeyse tamamen boşluklardan mı oluşuyor? Peki o zaman biz neye dokunuyoruz? Keserek bölme işlemine devam ediyorsunuz. Çekirdek parçalanıyor, içinden proton ve nötronlar çıkıyor. Ve sanki asıl macera şimdi başlıyormuş gibi. Merakla yolculuğa devam ediyorsunuz. Protonların dış kabuğunu geçtiğinizde karşınıza yepyeni bir dünya çıkıyor:Kuarkların dünyası. Protonlar ve nötronlar, üçer kuarktan oluşuyor. İki yukarı ve bir aşağı kuark birleşince proton; iki aşağı ve bir yukarı kuark birleşince nötron ortaya çıkıyor. Bu kuarkları bir arada tutan görünmez bir bağ var:Gluonlar. Gluonlar, atom çekirdeğini bir arada tutan güçlü nükleer kuvveti taşıyor. Şimdi kendinizi maddenin alt katmanlarında, belirsizliklerle dolu bir dünyada buluyorsunuz. Sanki evrenin en temel yapıtaşlarına ulaştınız gibi... Ama durun. Henüz bitmedi. Bilinciniz, beyninizin tüm gücünü kullanarak sizi daha da derinlere çağırıyor. Ve bu da yolculuğunuza devam etmek için içimizde büyük bir heyecan yaratıyor. Ve sonunda? Kuarkların sınırını geçtiğinizde çok farklı bir manzara beliriyor. Artık madde yok. Sanki sonsuz dalgalardan oluşan bir okyanusun içindesiniz. Bu dalgalar farklı boyutlarda titreşen iplikçikler gibi? Sicimler. Bu titreşen iplikçiklerin doğasına bilim insanları yaklaşık 50 yıldır çalışıyor. Sicim Teorisi'ne göre, evrendeki tüm parçacıklar ? protonlar, elektronlar, kuarklar ? aslında titreşen minicik iplikçikler. Tıpkı bir gitar telinin farklı notaları gibi?. Her titreşim farklı bir parçacığı meydana getiriyor. Yani siz, ben, yıldızlar? Hepimiz aynı temel sicimin farklı titreşimleriyiz. Evren, dev bir orkestrada her bir sicim iplikciğinin oluşturduğu  muazzam bir senfoni gibi. Bu noktada artık büyüklükten değil,titreşim desenlerinden söz ediyoruz. Sicimler o kadar küçük ki ? bir metrenin 10⁻³⁵'te biri ? onları doğrudan göremiyoruz. Ama onların varlığı, evrendeki tüm çeşitliliği açıklayabilir. Peki biz neyiz? Kütle mi? Enerji mi? Bilinç mi? Yoksa hepsi birden mi? Bu sorular bazen zor, hatta rahatsız edici olabilir. Ama sormazsak, kim soracak? Ve eğer bu soruları sorabiliyorsak? Demek ki bizde sıradanın ötesine geçebilecek bir bilinç var. Ve hâlâ bitmedi. Belki de yaşadığımız bu evren, bir simülasyon. Belki biz, üç boyutlu bir hologramın içindeyiz. Ya da evrenin temeli yalnızca saf matematik. Bugün bu düşünceler bilim kurgu gibi görünebilir. Ama yarın, belki de deneylerle test edilebilecek gerçekler olacak. Kim bilir? Bir elmadan yola çıktık. Hücrelerine, atomlarına, kuarklarına ve nihayet titreşen enerjiye kadar indik. Ve sonra fark ettik ki: Evren, belki de sadece titreşen matematiksel desenlerden ibaret. Gerçeklik dediğimiz şey? Belki de beynimizin belirli bir zaman diliminde yorumladığı bir hikâyeden başka bir şey değildir. Einstein'a göre ise, zaman mutlak değildir. Herkes kendi zamanını yaşar. Evren, geçmişiyle, geleceğiyle ve şimdisiyle tek bir blok gibi vardır. Biz ise bu blok evrenin içinde bir anı deneyimliyoruz. Kuantum fiziği ise daha da ileri gider: Gerçeklik, ancak gözlemlendiğinde ortaya çıkar. Yani o elma? Belki de siz ona bakana kadar tam anlamıyla "orada" bile değildir. Bu ise başka bir hikâye. Onu bir başka yazımda anlatacağım. Şimdi son soruya gelelim: O elma? Gerçekten bir elma mı? Yoksa yalnızca sizin zihninizde oluşan bir yanılsama mı? O tat, o koku gerçekten "orada" mı? Yoksa evren, yalnızca sizin varlığınızı anlamlandırmak için dokunmuş bir ilüzyon mu? Hangisi? Emin misiniz? Bu düşüncelerimi böylesine uzun bir yazıyla aktardığım için üzgünüm. Ama başka bir yolu yoktu. Eğer bu satırlara kadar geldiyseniz, demek ki hâlâ varoluş üzerine düşünen insanlar var. Ve bu da umut etmek için hâlâ bir nedenimiz olduğunu gösteriyor. Sevgi ve saygılarımla,  
Ekleme Tarihi: 29 Temmuz 2025 -Salı
Prof. Dr. Hüseyin Kalkan

Gerçekliğin Kalbine Bir Yolculuk: Bir Elmanın İçinden Evrene

Bir elma. Masum, tanıdık, sıradan.

Dalından koparılmış, avuçlarınızın içinde. Tanıdık kokusu burnunuza gelir, dişlediğinizde çıkan o çıtırtı sizi çocukluk yazlarına götürür.

Peki ya gördüğünüz, dokunduğunuz, kokladığınız şey? aslında dış dünyada değil de sadece zihninizde oluşan bir yansıma ise?

İşte bu suru ile başlıyor yolculuğumuz.
Elmanın içinden geçerek gerçekliğin derinliklerine, maddenin en küçük yapıtaşlarına ve sonunda belki de hiçliğe kadar uzanan bir düşünce yolculuğu bu.

Bir elmayı alıp çok keskin bir bıçakla ikiye böldüğünüzü düşünün.
Sonra çıkan parçayı tekrar ikiye, sonra bir daha?
Elmanın her bir parçası küçüldükçe önce liflere, sonra hücrelere kadar ulaşıyorsunuz.
Lisede gördüğünüz bitki hücreleri gözünüzün önüne geliyor.

Bölmeye devam ediyorsunuz.
Hücreler parçalanıyor, atomlar çıkıyor ortaya. Karbon, hidrojen, oksijen?
Sonunda bir elmanın içindeki milyarlarca atomdan yalnızca bir tanesinin içindesiniz artık.

 

Aman Tanrım?
Artık atom, tüm gizemiyle gözlerinizin önünde.
Ama bu noktada yalnızca ışık hızına yakın dönen elektronların bulanık hareketlerini görebiliyorsunuz.
O kadar hızlılar ki, onların parçacık mı yoksa dalga mı olduklarını bile ayırt edemiyorsunuz.
Sanki bulut gibi, belirsiz bir yapı içinde titreşiyorlar.

Elektron bulutunu geçip çekirdeğe yaklaştığınızda, devasa bir boşlukla karşılaşıyorsunuz.
Sanki uzay boşluğu gibi?
Atomun neredeyse tamamı aslında boşluktan oluşuyor.

Çekirdeğe ulaşmak için bu uçsuz bucaksız boşluğu geçmeniz gerekiyor.

Bu boşluk öylesine büyük ki... Atom, adeta Güneş Sistemi gibi.

Merkezdeki çekirdeği Güneş gibi, çevresinde dönen elektronları da Dünya gibi düşünün. Bu ikisi arasında ise yaklaşık 150 milyon kilometrelik bir boşluk olduğunu hayal edin.

İşte burada insanın kafası karışıyor.
Elimizle tuttuğumuz, gözümüzle gördüğümüz elma? Gerçekte neredeyse tamamen boşluklardan mı oluşuyor?

Peki o zaman biz neye dokunuyoruz?

Keserek bölme işlemine devam ediyorsunuz.
Çekirdek parçalanıyor, içinden proton ve nötronlar çıkıyor.

Ve sanki asıl macera şimdi başlıyormuş gibi.

Merakla yolculuğa devam ediyorsunuz.

Protonların dış kabuğunu geçtiğinizde karşınıza yepyeni bir dünya çıkıyor:Kuarkların dünyası.
Protonlar ve nötronlar, üçer kuarktan oluşuyor.
İki yukarı ve bir aşağı kuark birleşince proton; iki aşağı ve bir yukarı kuark birleşince nötron ortaya çıkıyor.

Bu kuarkları bir arada tutan görünmez bir bağ var:Gluonlar. Gluonlar, atom çekirdeğini bir arada tutan güçlü nükleer kuvveti taşıyor.

Şimdi kendinizi maddenin alt katmanlarında, belirsizliklerle dolu bir dünyada buluyorsunuz.
Sanki evrenin en temel yapıtaşlarına ulaştınız gibi...

Ama durun. Henüz bitmedi.

Bilinciniz, beyninizin tüm gücünü kullanarak sizi daha da derinlere çağırıyor.

Ve bu da yolculuğunuza devam etmek için içimizde büyük bir heyecan yaratıyor.

Ve sonunda? Kuarkların sınırını geçtiğinizde çok farklı bir manzara beliriyor.
Artık madde yok.
Sanki sonsuz dalgalardan oluşan bir okyanusun içindesiniz.
Bu dalgalar farklı boyutlarda titreşen iplikçikler gibi?

Sicimler.

Bu titreşen iplikçiklerin doğasına bilim insanları yaklaşık 50 yıldır çalışıyor.
Sicim Teorisi'ne göre, evrendeki tüm parçacıklar ? protonlar, elektronlar, kuarklar ? aslında titreşen minicik iplikçikler.

Tıpkı bir gitar telinin farklı notaları gibi?.

Her titreşim farklı bir parçacığı meydana getiriyor.

Yani siz, ben, yıldızlar?
Hepimiz aynı temel sicimin farklı titreşimleriyiz.
Evren, dev bir orkestrada her bir sicim iplikciğinin oluşturduğu  muazzam bir senfoni gibi.

Bu noktada artık büyüklükten değil,titreşim desenlerinden söz ediyoruz.
Sicimler o kadar küçük ki ? bir metrenin 10⁻³⁵'te biri ? onları doğrudan göremiyoruz. Ama onların varlığı, evrendeki tüm çeşitliliği açıklayabilir.

Peki biz neyiz?
Kütle mi? Enerji mi? Bilinç mi?
Yoksa hepsi birden mi?

Bu sorular bazen zor, hatta rahatsız edici olabilir.
Ama sormazsak, kim soracak?
Ve eğer bu soruları sorabiliyorsak?
Demek ki bizde sıradanın ötesine geçebilecek bir bilinç var.

Ve hâlâ bitmedi.

Belki de yaşadığımız bu evren, bir simülasyon.
Belki biz, üç boyutlu bir hologramın içindeyiz.
Ya da evrenin temeli yalnızca saf matematik.

Bugün bu düşünceler bilim kurgu gibi görünebilir.
Ama yarın, belki de deneylerle test edilebilecek gerçekler olacak.

Kim bilir?

Bir elmadan yola çıktık.
Hücrelerine, atomlarına, kuarklarına ve nihayet titreşen enerjiye kadar indik.
Ve sonra fark ettik ki:
Evren, belki de sadece titreşen matematiksel desenlerden ibaret.

Gerçeklik dediğimiz şey?
Belki de beynimizin belirli bir zaman diliminde yorumladığı bir hikâyeden başka bir şey değildir.

Einstein'a göre ise, zaman mutlak değildir. Herkes kendi zamanını yaşar.
Evren, geçmişiyle, geleceğiyle ve şimdisiyle tek bir blok gibi vardır.
Biz ise bu blok evrenin içinde bir anı deneyimliyoruz.

Kuantum fiziği ise daha da ileri gider:
Gerçeklik, ancak gözlemlendiğinde ortaya çıkar.
Yani o elma?
Belki de siz ona bakana kadar tam anlamıyla "orada" bile değildir.

Bu ise başka bir hikâye. Onu bir başka yazımda anlatacağım.

Şimdi son soruya gelelim:
O elma? Gerçekten bir elma mı?
Yoksa yalnızca sizin zihninizde oluşan bir yanılsama mı?
O tat, o koku gerçekten "orada" mı?
Yoksa evren, yalnızca sizin varlığınızı anlamlandırmak için dokunmuş bir ilüzyon mu?

Hangisi?

Emin misiniz?

Bu düşüncelerimi böylesine uzun bir yazıyla aktardığım için üzgünüm.
Ama başka bir yolu yoktu.

Eğer bu satırlara kadar geldiyseniz,
demek ki hâlâ varoluş üzerine düşünen insanlar var.

Ve bu da umut etmek için hâlâ bir nedenimiz olduğunu gösteriyor.

Sevgi ve saygılarımla,

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve vezirkopruozlem.net sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.