ORKİDE ÇİÇEKÇİLİK 30.12.2024
Prof. Dr. Hüseyin Kalkan
Köşe Yazarı
Prof. Dr. Hüseyin Kalkan
 

Zaman Algımız: Gerçek mi Yoksa Bir Yanılsama mı?

Sabahın erken saatlerinde, üniversitedeki çalışma odamın kapısını açtığımda, kampüs yaşamı henüz güne yeni başlıyordu. Çay ocağından yükselen mis gibi çay kokusu koridorların sessizliğine sinmişken, sıcak çayım ile birlikte masama doğru ilerliyordum. Tam masama doğru yönelmişken,  odanın duvarını süsleyen Andromeda Galaksisi'nin muhteşem posteri gözlerime iliştiğinde, o an sadece bir fotoğrafa bakmadığımı fark ettim. Karşımda, 2.2 milyon yıl önce yola çıkmış yorgun ışık fotonların oluşturduğu bir zaman kapsülü vardı. İçerisinde yaklaşık 1 trilyon yıldız barındıran ve merkezindeki devasa kara deliğiyle büyüleyen bu görüntü, yalnızca estetik bir manzara sunmuyor, aynı zamanda, zamanın sınırsızlığında adeta beni, gizemli bir yolculuğa davet ediyordu. Yaklaşık 2,2 milyon yıl önce yola çıkmış Andromeda Galaksisi'nin ışık fotonları, uzun bir yolculuğun ardından Hubble Teleskobunun objektiflerine yakalanıp şimdi odamın duvarını süsleyen bu muhteşem görüntüyü dönüşü vermişti. Aslında ben tam tamına,  2.2 milyon yıl öncesinin o muhteşem manzarasını izliyordum. Peki, bir Andromedalı kendi gelişmiş teleskopuyla Dünya'yı izliyor olsa idi, acaba neler görebilirdi? Beni mi? Seni mi? Hayır. Onlar, 2.2 milyon yıl önce Afrika bozkırlarında dolaşan Homo Erectus atalarımızı izlerdi. Bizim şu anımızı izleyebilecek olan Andromedalılar ise, ancak 2.2 milyon yıl sonra gelişmiş teleskoplarını Dünyamıza yöneltecek olan Andromedalılar olacaktı. Tabi ki, artık biz burada olmayacağımız gibi belki de Dünyada artık bize benzer canlılar da olmayacaktı. Zamandaki bu yolculuk, bana evrenin gizem dolu sonsuzluğunu bir kez daha hatırlattı. Bu düşünceler içinde kaybolmuşken gözlerim duvardaki diğer posterlere kaydı. Andromeda posterinin hemen sağında, 2011-2019 yılları arasında neredeyse her yıl tekrarladığımız "Yaşadığım Gezegeni Öğreniyorum" başlıklı TÜBİTAK projelerimizin posteri üzerindeki Eratosthenes'in  portresi"beni de hatırla"  der gibi kendini sergiliyordu. Poster üzerindekiEratosthenes,  2300 yıl önce gerçekleştirdiği Dünya'nın çevresini ölçme deneyini 2300 yıl sonra yeniden yapmamızdan dolayı adeta bize teşekkür ediyor gibiydi. Eratosthenes'in bakışlarındaki 2300 yıllık zaman tünelinden sıyrıldığımda gözlerim kapının yanındaki dolabın üzerindeki 2011 yılında, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Sosyal Tesisler İşletmesi tarafından basılmış takvime takılmıştı. Takvimin Nisan ayına ait yaprağı üzerindeki fotoğraf, 60 yıllık yaşam çizgimde en önemli dönüm noktalarından birini simgeliyordu. O tarihte, arkadaşlarımızla birlikte projelendirerek inşa ettiğimiz, ülkemizin ilk planetaryumu olan OMÜ Planetaryumu'nun açılışını yapmıştık. Hatırlıyorum da,ne kadar da çok heyecanlıydık.  Artık, o an da, zaman yolculuğumda heyecanını yitirmiş, zamana yenik düşmüş bir durak haline gelmişti. Biraz hüzünlenmiştim. Mis kokulu çayımın henüz yarısına gelmiştim ki gözlerim diğer posterlerin üzerlerine iliştirdiğim, zamanın o gizemli çarklarına yenik düşen dostlarımın fotoğraflarına takılmıştı.  Kimler yoktu ki? Prof. Dr. Şamil IŞIK (2011), Prof. Dr. Turgut ÖZTÜRK (2014), Dr. Muammer ÖZDEMİR (2018), Prof. Dr. Okan ÖZGÖNENEL (2024) ve daha niceleri... Sanki zamanın gizemli sonsuzluğunda kaybolup gitmişlerdi. Zaman öylesine gizemli bir kavram ki, yaşamı dilediğinde başlatıyor, dilediğinde sonlandırıyor ve adeta tüm düzenin tek hâkimi gibi görünüyordu. Odamın duvarlarındaki geçmişin izlerine baktığımda, zaman kavramı zihnimde her şeyi yok eden korkunç bir canavara dönüşüyordu sanki. Ancak geçmişi bir anlığına unutup, kendimi geleceğin sonsuzluğuna bıraktığımda, zaman yolculuğunun sınırsız olasılıkları, sanki içimde bir heyecan dalgası yaratıyordu. Bu heyecanım, umutlarım ve yaşam sevincim, zamanın sonsuzluğuna doğru ilerleyen bir trenin vagonlarına tutunmaya çalışıyormuşum gibi hissettiriyordu. Zaman, bir yandan, sanki bizi hayattan koparan görünmez bir güç gibi hissedilirken, diğer yandan da bizi yaşama bağlayan güçlü bir tutkal gibiydi. Zaman, sadece olayları sıralamakla kalmıyor, aynı zamanda onları siliyordu da. Peki, zaman gerçekten ilerleyen bir nehir mi, yoksa bizim uydurduğumuz bir kavram mı? Odamdaki yolculuğumun son durağına doğru ilerlemeye devam ediyordum. Gözlerim Popüler Science Dergisi'nin verdiği posterin üzerindeki bilim kahramanlarına takıldı. Sanki bana, zaman hakkında bir şeyler söylemek istiyorlardı.  Zihnimde, onların zamanın anlamıyla ilgili düşünceleri canlanmaya başlamıştı. İlk olarak, Antik Yunan filozofuHerakleitos  "Aynı nehirde iki kez yıkanamazsınız."  diyerek zamanın durmaksızın değiştiğini ve hiçbir şeyin aynı kalamayacağını vurguluyordu. Aristoteles ise,"Zaman, hareketin sayısıdır."  diyerek, zamanın hareketle ölçüldüğünü ve değişim olmadan var olamayacağını söylüyordu. Hristiyan Filozofu Augustinus,  Zaman nedir?  sorusuna;"Kimse bana sormazsa biliyorum, ama sorarlarsa açıklayamam."  diyerek, zamanın doğasını kavramanın zorluğunu dile getiriyordu. Ona göre zaman, insan zihninde geçmiş, şimdi ve gelecek olarak var oluyordu ve Tanrı için zaman kavramı geçerli değildi. Newton  ise,"Zaman, kendi başına ve kendi doğası gereği eşit olarak akar." diyerek onun mutlak ve değişmeyen evrensel bir kavram olduğunu ileri sürmüştü. Einstein,"Zaman bir yanılsamadır, ancak oldukça inatçı bir yanılsamadır." diyerekNewton'un mutlak zaman anlayışını yıkmış ve zamanın gözlemciye bağlı olarak değişebileceğini ortaya koymuştu. Aslında,Einstein zamanın anlamına yepyeni bir bakış açısı getirerek evrenin gizemli doğasını aydınlatmanın olası yollarının kapılarını ardına kadar açmıştı. Artık zamanda yolculuk kavrayışı da değişmişti. Dünyadaki bir kişinin kolundaki saat ile, ışık hızına yakın bir hızda yolculuk yapan diğer bir kişinin kolundaki saatin gösterdiği zaman aynı değildi. Bilimsel olarak ifade etmek gerekirse, zamanın akış hızı artık mutlak değil, gözlemcinin hareketine bağlıydı. Bu, modern fiziğin en önemli keşiflerinden biri olarak zamanın göreceli olduğunu ortaya koyuyordu. İnsanlık tarihine baktığımızda, zamanın anlamı konusunda ortak bir fikir birliği olmadığı gibi, 3.2 milyon yaşında olan insanlık (Lucy isimli ilk insan iskeletinin bulunduğu tarih) hâlâ zamanın sırlarını tam anlamıyla çözememiştir. Sabahları çalan alarm bizi yeni bir güne uyandırırken zamanı ölçebildiğimizi sanıyoruz. Saatler, takvimler ve kronometreler hayatımızı düzenliyor gibi görünse de, aslında bu ölçümler evrenin zaman konusundaki gerçeğini ne kadar yansıtıyor? Bir anın uzunluğu, içinde bulunduğumuz duruma göre değişmez mi?  Sevdiğimiz biriyle geçirdiğimiz saatler su gibi akarken, sıkıcı bir toplantının dakikaları neden hiç geçmek bilmez? Belki de zaman, yalnızca bizim farkındalığımızla var olan bir kavramdır. Modern nörobilim araştırmaları, zaman algımızın beynimizin işleyişiyle sıkı sıkıya bağlı olduğunu gösteriyor. Peki ya bu algı tamamen bir illüzyonsa? Belki de geçmiş dediğimiz şey, hafızamızın bir oyunu ve gelecek ise sadece bilinçli varoluşumuzun yansımasıdır. Belki de zaman, sadece varoluşumuzun bir anlatısından ibarettir. Eğer bugün yaptığımız bir seçim, geçmişimizi de etkiliyorsa, belki geçmiş dediğimiz şey, sadece hafızamızın bir oyunu, gelecek ise belirsizliğin içindeki bir olasılıktan ibarettir. Tam bu düşünceler içinde kaybolmuşken, kapı çalındı. İçeri giren bir öğrenci, "Hocam, fizik dersinden kalmışım. Kağıdıma yeniden bakabilir misiniz?" dedi. Bir anda zaman yolculuğumdan çıkıp kampüs'ün gerçekliğine döndüm. Evet bir şeyi çok merak ediyorum. Zaman sözcüğü sizin için ne anlam taşıyor! Yorumlarınızı merakla bekliyorum. Saygılarımla,  
Ekleme Tarihi: 19 February 2025 - Wednesday
Prof. Dr. Hüseyin Kalkan

Zaman Algımız: Gerçek mi Yoksa Bir Yanılsama mı?

Sabahın erken saatlerinde, üniversitedeki çalışma odamın kapısını açtığımda, kampüs yaşamı henüz güne yeni başlıyordu. Çay ocağından yükselen mis gibi çay kokusu koridorların sessizliğine sinmişken, sıcak çayım ile birlikte masama doğru ilerliyordum. Tam masama doğru yönelmişken,  odanın duvarını süsleyen Andromeda Galaksisi'nin muhteşem posteri gözlerime iliştiğinde, o an sadece bir fotoğrafa bakmadığımı fark ettim. Karşımda, 2.2 milyon yıl önce yola çıkmış yorgun ışık fotonların oluşturduğu bir zaman kapsülü vardı.

İçerisinde yaklaşık 1 trilyon yıldız barındıran ve merkezindeki devasa kara deliğiyle büyüleyen bu görüntü, yalnızca estetik bir manzara sunmuyor, aynı zamanda, zamanın sınırsızlığında adeta beni, gizemli bir yolculuğa davet ediyordu. Yaklaşık 2,2 milyon yıl önce yola çıkmış Andromeda Galaksisi'nin ışık fotonları, uzun bir yolculuğun ardından Hubble Teleskobunun objektiflerine yakalanıp şimdi odamın duvarını süsleyen bu muhteşem görüntüyü dönüşü vermişti. Aslında ben tam tamına,  2.2 milyon yıl öncesinin o muhteşem manzarasını izliyordum.

Peki, bir Andromedalı kendi gelişmiş teleskopuyla Dünya'yı izliyor olsa idi, acaba neler görebilirdi? Beni mi? Seni mi? Hayır. Onlar, 2.2 milyon yıl önce Afrika bozkırlarında dolaşan Homo Erectus atalarımızı izlerdi. Bizim şu anımızı izleyebilecek olan Andromedalılar ise, ancak 2.2 milyon yıl sonra gelişmiş teleskoplarını Dünyamıza yöneltecek olan Andromedalılar olacaktı. Tabi ki, artık biz burada olmayacağımız gibi belki de Dünyada artık bize benzer canlılar da olmayacaktı.

Zamandaki bu yolculuk, bana evrenin gizem dolu sonsuzluğunu bir kez daha hatırlattı.

Bu düşünceler içinde kaybolmuşken gözlerim duvardaki diğer posterlere kaydı. Andromeda posterinin hemen sağında, 2011-2019 yılları arasında neredeyse her yıl tekrarladığımız "Yaşadığım Gezegeni Öğreniyorum" başlıklı TÜBİTAK projelerimizin posteri üzerindeki Eratosthenes'in  portresi"beni de hatırla"  der gibi kendini sergiliyordu. Poster üzerindekiEratosthenes,  2300 yıl önce gerçekleştirdiği Dünya'nın çevresini ölçme deneyini 2300 yıl sonra yeniden yapmamızdan dolayı adeta bize teşekkür ediyor gibiydi.

Eratosthenes'in bakışlarındaki 2300 yıllık zaman tünelinden sıyrıldığımda gözlerim kapının yanındaki dolabın üzerindeki 2011 yılında, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Sosyal Tesisler İşletmesi tarafından basılmış takvime takılmıştı. Takvimin Nisan ayına ait yaprağı üzerindeki fotoğraf, 60 yıllık yaşam çizgimde en önemli dönüm noktalarından birini simgeliyordu. O tarihte, arkadaşlarımızla birlikte projelendirerek inşa ettiğimiz, ülkemizin ilk planetaryumu olan OMÜ Planetaryumu'nun açılışını yapmıştık. Hatırlıyorum da,ne kadar da çok heyecanlıydık.  Artık, o an da, zaman yolculuğumda heyecanını yitirmiş, zamana yenik düşmüş bir durak haline gelmişti. Biraz hüzünlenmiştim.

Mis kokulu çayımın henüz yarısına gelmiştim ki gözlerim diğer posterlerin üzerlerine iliştirdiğim, zamanın o gizemli çarklarına yenik düşen dostlarımın fotoğraflarına takılmıştı.  Kimler yoktu ki? Prof. Dr. Şamil IŞIK (2011), Prof. Dr. Turgut ÖZTÜRK (2014), Dr. Muammer ÖZDEMİR (2018), Prof. Dr. Okan ÖZGÖNENEL (2024) ve daha niceleri... Sanki zamanın gizemli sonsuzluğunda kaybolup gitmişlerdi.

Zaman öylesine gizemli bir kavram ki, yaşamı dilediğinde başlatıyor, dilediğinde sonlandırıyor ve adeta tüm düzenin tek hâkimi gibi görünüyordu.

Odamın duvarlarındaki geçmişin izlerine baktığımda, zaman kavramı zihnimde her şeyi yok eden korkunç bir canavara dönüşüyordu sanki. Ancak geçmişi bir anlığına unutup, kendimi geleceğin sonsuzluğuna bıraktığımda, zaman yolculuğunun sınırsız olasılıkları, sanki içimde bir heyecan dalgası yaratıyordu. Bu heyecanım, umutlarım ve yaşam sevincim, zamanın sonsuzluğuna doğru ilerleyen bir trenin vagonlarına tutunmaya çalışıyormuşum gibi hissettiriyordu. Zaman, bir yandan, sanki bizi hayattan koparan görünmez bir güç gibi hissedilirken, diğer yandan da bizi yaşama bağlayan güçlü bir tutkal gibiydi.

Zaman, sadece olayları sıralamakla kalmıyor, aynı zamanda onları siliyordu da. Peki, zaman gerçekten ilerleyen bir nehir mi, yoksa bizim uydurduğumuz bir kavram mı?

Odamdaki yolculuğumun son durağına doğru ilerlemeye devam ediyordum.

Gözlerim Popüler Science Dergisi'nin verdiği posterin üzerindeki bilim kahramanlarına takıldı. Sanki bana, zaman hakkında bir şeyler söylemek istiyorlardı.  Zihnimde, onların zamanın anlamıyla ilgili düşünceleri canlanmaya başlamıştı.

İlk olarak, Antik Yunan filozofuHerakleitos  "Aynı nehirde iki kez yıkanamazsınız."  diyerek zamanın durmaksızın değiştiğini ve hiçbir şeyin aynı kalamayacağını vurguluyordu.

Aristoteles ise,"Zaman, hareketin sayısıdır."  diyerek, zamanın hareketle ölçüldüğünü ve değişim olmadan var olamayacağını söylüyordu.

Hristiyan Filozofu Augustinus,  Zaman nedir?  sorusuna;"Kimse bana sormazsa biliyorum, ama sorarlarsa açıklayamam."  diyerek, zamanın doğasını kavramanın zorluğunu dile getiriyordu. Ona göre zaman, insan zihninde geçmiş, şimdi ve gelecek olarak var oluyordu ve Tanrı için zaman kavramı geçerli değildi.

Newton  ise,"Zaman, kendi başına ve kendi doğası gereği eşit olarak akar." diyerek onun mutlak ve değişmeyen evrensel bir kavram olduğunu ileri sürmüştü.

Einstein,"Zaman bir yanılsamadır, ancak oldukça inatçı bir yanılsamadır." diyerekNewton'un mutlak zaman anlayışını yıkmış ve zamanın gözlemciye bağlı olarak değişebileceğini ortaya koymuştu.

Aslında,Einstein zamanın anlamına yepyeni bir bakış açısı getirerek evrenin gizemli doğasını aydınlatmanın olası yollarının kapılarını ardına kadar açmıştı.

Artık zamanda yolculuk kavrayışı da değişmişti. Dünyadaki bir kişinin kolundaki saat ile, ışık hızına yakın bir hızda yolculuk yapan diğer bir kişinin kolundaki saatin gösterdiği zaman aynı değildi.

Bilimsel olarak ifade etmek gerekirse, zamanın akış hızı artık mutlak değil, gözlemcinin hareketine bağlıydı. Bu, modern fiziğin en önemli keşiflerinden biri olarak zamanın göreceli olduğunu ortaya koyuyordu.

İnsanlık tarihine baktığımızda, zamanın anlamı konusunda ortak bir fikir birliği olmadığı gibi, 3.2 milyon yaşında olan insanlık (Lucy isimli ilk insan iskeletinin bulunduğu tarih) hâlâ zamanın sırlarını tam anlamıyla çözememiştir.

Sabahları çalan alarm bizi yeni bir güne uyandırırken zamanı ölçebildiğimizi sanıyoruz. Saatler, takvimler ve kronometreler hayatımızı düzenliyor gibi görünse de, aslında bu ölçümler evrenin zaman konusundaki gerçeğini ne kadar yansıtıyor?

Bir anın uzunluğu, içinde bulunduğumuz duruma göre değişmez mi?  Sevdiğimiz biriyle geçirdiğimiz saatler su gibi akarken, sıkıcı bir toplantının dakikaları neden hiç geçmek bilmez?

Belki de zaman, yalnızca bizim farkındalığımızla var olan bir kavramdır. Modern nörobilim araştırmaları, zaman algımızın beynimizin işleyişiyle sıkı sıkıya bağlı olduğunu gösteriyor.

Peki ya bu algı tamamen bir illüzyonsa?

Belki de geçmiş dediğimiz şey, hafızamızın bir oyunu ve gelecek ise sadece bilinçli varoluşumuzun yansımasıdır.

Belki de zaman, sadece varoluşumuzun bir anlatısından ibarettir. Eğer bugün yaptığımız bir seçim, geçmişimizi de etkiliyorsa, belki geçmiş dediğimiz şey, sadece hafızamızın bir oyunu, gelecek ise belirsizliğin içindeki bir olasılıktan ibarettir.

Tam bu düşünceler içinde kaybolmuşken, kapı çalındı. İçeri giren bir öğrenci, "Hocam, fizik dersinden kalmışım. Kağıdıma yeniden bakabilir misiniz?" dedi.

Bir anda zaman yolculuğumdan çıkıp kampüs'ün gerçekliğine döndüm.

Evet bir şeyi çok merak ediyorum. Zaman sözcüğü sizin için ne anlam taşıyor! Yorumlarınızı merakla bekliyorum.

Saygılarımla,

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve vezirkopruozlem.net sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.